Cezbe (İslâmî ve Tasavvufi Kavramlar 54) (2024)

Cezbe (İslâmî ve Tasavvufi Kavramlar 54) 02.10.2002
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 104510

SOHBETİN ADI: CEZBE

TARİHİ:

02.10.2002

El Fâtiha meas salâvât.

Es selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu.

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, Bismillâhirrahmânirrahîm.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım. “İslâm Nedir? Tasavvuf Nedir ve Kur’ân Kavramları” isimli serinin “Cezbe” isimli bölümüne geldik.

Cezbe, Allah’ın insanın kalbine verdiği bir titreşimdir. Kur’ân-ı Kerim’de“vecilet”kelimesiyle genellikle ifade ediliyor. Titreme, Allah’a karşı huşû duyma ve o huşûnun Allahû Tealâ tarafından gönderilen bir cereyanla şekillenmesi.

Hz. Ali, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den yaklaşık 30 yıl sonra halifeyken diyor ki: “Ey benim sevgili kardeşlerim! Size ne oldu ki cezbeniz azaldı? Ben sizin cezbenizden bu mescidin tavanlarının titrediğini bilirim.” diyor.

Cezbe, Allah’ın büyük bir hediyesi, ni’metidir. Allahû Tealâ dışınızdaki bir kuvvetle size bir tesirin geldiğini, açık ve kesin bir şekilde yaşatır. Dışınızda bir gücün olduğunu, o gücün sizin vücudunuzu dilediği zaman, dilediği gibi kullanabildiğini ifade eder. Allah’ın varlığına kesin bir delildir cezbe. Allah’ın bir büyük ni’metidir. Cezbenin herkese verilmesi diye Allah’ın bir kanunu yoktur. Sevgi de mutlak olarak cezbeyle ölçülmez. Cezbe, Allahû Tealâ’nın varlığının üzerinizdeki bir tecellisidir. Allah’ın Zat’ını ve gücünü hissettirmesidir. Kâinatın neresinde olursa olsun insanlar varsa, cezbe orada mutlaka vardır.

Allah’ın varlığını hissettirmesi… Dışardan gelen bir kuvvetin sizi sardığını ve vücudunuzun kalbinizden başlayarak titrediğini hissedersiniz. Sevgili kardeşlerim! Bu, bizim talebimiz üzerine Allah’ın verdiği bir cezbe idi. Genellikle Allahû Tealâ, talep filan dinlemez. İstediği an cezbeyi verir. İnsanlar Allahû Tealâ’dan dilerler; vermez. O, keyfe mâ yeşâdır. Dilediğini yapandır, dilediğini, dilediği şekilde tatbik sahasına yerleştirendir.

Allahû Tealâ’nın verdiği cezbeyle varlığını hissettirmesi, inananlar için büyük bir ni’mettir. Kesin olarak bilirler ki; kendileri bu konuda hiçbir şey yapamazlar. Cezbeyi gönderen ve vücutlarını sarsan Allah’tır. Bu, inancın büyük bir delilini teşkil eder. İnanan insanda Allahû Tealâ cezbesini tecelli ettirdiği zaman insan şeksiz ve şüphesiz, Rabbinin kendisini sevdiğini, dilediği an ona cezbe verdiğini net olarak yaşar.

Cezbe bir ölçü müdür? Bir istikamette evet. Eğer tarafsız olarak iç dünyanızda bir talebin sahibi olmaksızın cezbe alan biriyseniz ve Allah’tan bir şey soruyorsanız, Allahû Tealâ bunu cezbeyle size cevaplar. Bir defa cezbe, iki defa cezbe, üç defa cezbe Allahû Tealâ’nın hep yaptıklarıdır. Cezbe ile Allahû Tealâ’dan bir şey sorduğunuz zaman, tek alternatiflen hareket etmek mecburiyetindesiniz. Bir şeyin yapılması konusunda, merak ettiğiniz bir konu var. Bir yere gitmek istiyorsunuz; eğer Allahû Tealâ’ya: “Gideyim mi yoksa gitmeyeyim mi?” diye sual sorarsanız; bu suale muhtemelen cevap alamayacaksınız demektir. Taleplerinizde tarafsız olmak mecburiyetindesiniz. Kendinizden bir şey kattığınız zaman, cezbe sizin talebinize göre gelir. O zaman konunun içine ruhsat girmiştir. Eğer; “Olsun mu, olmasın mı?” diye sorarsanız, bu da Allahû Tealâ tarafından size tam bir işaretin gelmesi için eksik bir yakarış şeklidir, Allah’a ulaşma şeklidir. Allahû Tealâ’ya eğer: “Böyle bir husus olsun mu?” diye sorarsanız, arkasından olması uygunsa, 3 defa cezbe isteyin Allahû Tealâ’dan. Arka arkaya 3 cezbe gelirse Allahû Tealâ, o konunun olmasını uygun görüyor demektir. Bu bir tasdik işaretidir. Ama sizin iç dünyanızda o konuya yönelik bir talep varsa, bu talep Allah’ı o istikamette bir sonuca götürebilir; buna ruhsat diyoruz. Yani kişi hem iç dünyasında bir şeyin olmasını çok büyük istikamette istiyor hem de Allahû Tealâ’ya soruyor; “Olsun mu?” diye. Bu aslında, onun talebi bütün boyutlarıyla devreye girdiği zaman sorulmuş bir sual olduğu için Allahû Tealâ bunu ruhsat kabul eder. Ve kişinin dileği istikametinde cevap vermesi, kolaylıkla mümkündür.

Başka birinin sualini Allahû Tealâ’ya ulaştıran kişi, eğer kendisi o kişi hakkında bir talebin sahibi ise çok büyük bir ihtimalle, Allahû Tealâ suali soranın kalbinden geçenlere uygun cevap verecektir. Sevgili kardeşlerim, Allah sizi sever. Kalbinizden geçenlerin olmasını, O da ister. Ama eğer konuya ruhsat karıştırırsanız, sadece ruhsata uygun cevabını alırsınız. Bu noktadaki cezbe, sizin probleminizi çözemez.

Öyleyse Allah’ın bir işaretidir, Allah’ın cezbesi. Kalpleri ve vücudu titretir. Kur’ân-ı Kerim’de cezbenin geçtiği âyetler ma’dud, 5-6 âyet. Beraberce bakalım, ne diyor Allahû Tealâ? Diyor ki Enfâl Suresinin âyet-i kerimesinde:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

8/ENFÂL-2: İnnemâl mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).

Gerçek mü’minler onlardır ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer (cezbelenir). Ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını arttırır ve Rab’lerine tevekkül ederler.

innemâl mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum: Muhakkak ki mü’minler onlardır ki, zkrettikleri zaman, Allah’ı zikrettikleri zaman kalpleri titrer. (Yani onlara cezbe gelir.)
ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu: Ve onların üzerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman.
zâdethum îmânen: Îmânları artar.
ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne):
“Onlar, Rab'lerine tevekkül edenlerdir.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse gerçek bir cezbe, tevekkülün işaretini de teşkil ediyor. Öyleyse kişi Allah’a inanıyor, mürşidine ulaşmış, arkasından Allahû Tealâ sözünü tutmuş, o kişiyi Kendisine de ulaştırmış. Bu kişi, Allah’ın âyetleri okundukça Allah’a olan îmânı artıyorsa, o kişinin cezbesi devam edecektir. Bunun mânâsı tevekkülün de devam etmesidir. Birtakım insanlar Allahû Tealâ kendilerine cezbe verdiği zaman, bu cezbenin başkaları tarafından bir değer olarak kabul edildiğini görünce; Allahû Tealâ’nın cezbelerini azaltması ve yok etmesi halinde de cezbe varmış gibi bir gösterişte bulunabilirler.

Sevgili kardeşlerim, cezbe sahibi olan kişi, Allah’ın yolunda daha üst makamlara doğru yürüyen kişidir. Böyle bir insan, kimseyi aldatamaz. Kimsenin bir emanetini alıp da vermemezlik edemez. Kimseyi nefsi istikametinde kullanamaz. Cezbesini bir ispat vasıtası gibi kullanıp insanların itimadını kazanan ve sonra bu itimadı suistimal edebilenler olmuştur. Cezbeleri alınmıştır ama onlar, sanki cezbeliymişler gibi gene devam etmişlerdir cezbeli görünmeye.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah sizleri sever; çok sever. Cezbesiyle de sizi destekler. Öyleyse dikkat edin! Allahû Tealâ cezbeli olanlarda cezbeyi tevekkülün işareti sayıyor. Allahû Tealâ herkese cezbe vermez. Cezbe vermediği kişinin, cezbeliden aşağı bir tarafı yoktur. Allahû Tealâ, cezbe vermeden de kişileri en üst makamlara doğru yaklaştırabilir. Öyleyse cezbe bir mazhariyettir. Allah’ın verdiği bir güzelliktir ama başkalarından üstün olduğunuzun ispatı değildir. Bunu bu istikamette kullanmaya çalışan birisi olursa, o bilsin ki o zaman Allah’a olan tevekkülünü kaybetmiştir. Cezbe sahibi, nefsinin esiri olmayan kişidir. Allahû Tealâ, onların Allah’a tevekkül ettiklerini söylüyor. Tevekkülün bir işareti olarak koymuş cezbeyi.

Öyleyse ne diyorduk? Bir insan Allah’a ulaşmayı diler ve Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren cennetin sahibi olmuştur. Ve Allah onu mutlaka önce 14. basamakta mürşidine ulaştıracaktır. Onu irşad makamına ulaşmak için bütün vasıflarıyla donatacaktır. Sonra da ruhunu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır ve koruyucu kalkanını kişinin üzerinde vuslata kadar mutlaka tutacaktır. Vuslattan sonra kişinin fıska düşmesi mümkündür. Vuslata kadar, Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişinin vuslata kadar Allah’ın yolundan sapması, Sıratı Mustakîm’den düşmesi mümkün değildir. Düşüşün oluşabildiği yer, 21. basamaktan sonrasıdır.

İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah sizi cezbeyle mükâfatlandırmışsa bu demektir ki; tevekkülün sahibisiniz. Tevekkülün sahibiyseniz onu dikkatle koruyun! Çünkü bu, îmânınızın artmasını işaret eder. İrşad makamına karşı îmânınızın artışı, her geçen gün daha çok bağlanmanız, O’nun sadece Allah’tan aldığı emirleri yapacağına dair inancınız, Allah’a karşı îmânınızın artması, sizin Allah’a tevekkülünüzü gösterir. Allah’a îmânın artması, Allah’ın âyetlerine îmânın artması ve irşad makamına, devrin imamına karşı olan îmânınızın artması. Böylece 3 safha varsa kişi, Allah’a tevekkül etmiştir. Tevekkülün bir işareti de dışa vuran işareti de Allah’ın cezbesidir. Şimdi Allahû Tealâ bakalım Hicr Suresinin 52. âyet-i kerimesinde ne söylüyor?

Hicr Suresinin 52. âyet-i kerimesinde diyor ki:

15/HİCR-52: İz dehalû aleyhi fe kâlû selâmâ(selâmen), kâle innâ minkum vecilûn(vecilûne).

Onun yanına girdikleri zaman: “Selâm (olsun)” dediler. (İbrâhîm a.s) şöyle dedi: “Gerçekten biz sizden korkuyoruz.”


iz dehalû aleyhi fe kâlû selâmâ(selâmen), kâle innâ minkum vecilûn(vecilûne): Onun yanına girdikleri zaman: ‘Selâm’ dediler. İbrâhîm (A.S) şöyle dedi: ‘Gerçekten biz sizin sebebinizle cezbe alıyoruz.’

minkum vecilûn: Sizden, sizin için, sizin sebebinizle cezbe alıyoruz.

Girenler, Allah’ın melekleriydi. Öyleyse sevgili izleyenler ve dinleyenler, Allahû Tealâ’nın melekleri söz konusu ve bu, Hz. İbrâhîm’de girenlerin Allah’tan gönderildiklerine dair, Allah’ın verdiği cezbeyi oluşturuyor.

Hicr Suresinin gene, bir sonraki âyet-i kerimesi; 53:

15/HİCR-53: Kâlû lâ tevcel innâ nubeşşiruke bi gulâmin alîm(alîmin).

(İbrâhîm (a.s)’ın misafirleri) şöyle dediler: “(Siz) korkmayın! Muhakkak ki; biz seni, bir âlim (erkek) çocuk ile müjdeliyoruz.”

“kâlû lâ tevcel innâ nubeşşiruke bi gulâmin alîm(alîmin): Bu cezbe seni ürkütmesin. Biz seni âlim bir çocukla müjdelemek için geldik.” diyorlar. “Müjdeliyoruz.” diyorlar.

Öyleyse Allahû Tealâ meleklerle karşılaştığınız zaman mutlaka size cezbe verecektir. Bu cezbeyle Allahû Tealâ emin bir standardın içinde bulunduğunuzu bir açıdan müjdeler.

Her ne kadar birçok Kur’ân tefsirinde Hz. İbrâhîm: “Biz vecilûn oluyoruz, kalbimiz titriyor ve sizin sebebinizle oluyor bu.” dediği zaman, bunu “Biz sizden korkuyoruz.” şeklinde telâkki etmişler. Oysaki vecilet kelimesi, vecilûn kelimesi, tevcel kelimesi; hepsi vecil, vecele’nin çeşitli kullanım muhtevalarını içeriyor. Aslında bu, kalbin haşyetle titremesi ve kişiye dışındaki bir kuvvetin, Allah’ın onun üzerinde nasıl tecelli ettiğinin ispatı hüviyetinde.

Bakalım Hacc Suresinin 35. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ ne diyor? Diyor ki:

22/HACC-35: Ellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum vas sâbirîne alâ mâ esâbehum vel mukîmis salâti ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).

Onlar, Allah’ı zikrettikleri zaman kalpleri titreyenlerdir (Allah’tan gelen bir cereyanla kalpleri ve vücutları sarsılanlardır). Onlara isabet edenlere (musîbetlere) sabredenlerdir ve salâtı (namazı) ikame edenlerdir. Ve onlar, onları rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler.

ellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum: Onlar ki Allah’ı zikrettikleri zaman kalpleri titrer.

Sevgili kardeşlerim, bütün cezbeler, Allah’ı zikrettiğiniz zaman başlamıştır. Kim ilk cezbeyi aldıysa Allah’ı zikrettiği zaman almıştır.

“Kalpleri titrer.” diyor.

vas sâbirîne alâ mâ esâbehum:
Onlar, kendilerine isabet edenlere sabrederler (kalpleri cezbeli olanlar).

Yani Allah’ın onları da imtihana tâbî tutması söz konusudur ama bu imtihandan, Allah’ın bu verdiği imtihanlara sabretmeleri söz konusudur. İmtihanlardan yüzlerinin akıyla çıkmaları söz konusudur.

vel mukîmîs salâti:
Onlar, namazlarına devam edenlerdir.

Öyleyse kim “Cezbeliyim.” deyip de namazlarını Allahû Tealâ’nın emrettiği biçim ve boyutta kılmıyorsa, orada dikkatli durun! Onlar mutlaka namazlarını, Allah’ın gerçek cezbelileri en güzel şekilde kılanlardır.

ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne): “Allah’ın rızkından infâk edenlerdir.” diyor.

Dikkat edin! Burada Allahû Tealâ’nın söylemek istediği şey, sadece dünya üzerinde Allah’ın tarlaanıza verdiği mahsulü başkalarına dağıtarak infâk etmeniz değil; Allah’tan gelen zikirle, Allah’tan gelen rahmetin, fazlın ve salâvâtın fazl adı verilen kesimini, başlangıçta %2 rahmet adı verilen kesimini, sonra da fazl adı verilen kesimini sadece nefsin kalbinde biriktirenler; onlar rızkı infâk edenlerdir. Rahmet de fazl da salâvât da Allah’ın rızıklarıdır. Ve bu rızkın aç olan sahibi, nefsinizin kalbidir. Bu rızkın aç olan muhatabı, nefsinizin kalbidir. Allah’tan gelen rahmet, fazl ve salâvât, bu sebeple kalbinize ulaşır ama siz ulaştırmadınız, siz zikir yaptınız; Allah ulaştırdı göğsünüze. Bu nurların göğsünüzden kalbinize ulaşabilmesi, iki sebebe dayalıdır. Birincisi, göğsünüzden kalbinize Allah’ın nur yolunu açması. İkincisi, kalbinizin mührünün açılması. Aksi taktirde kalbinizin içine rahmet, fazl ve salâvât nurları giremez ve siz infâk etmemiş olursunuz.

Öyleyse bir, dünya üzerinde Allah’ın size verdiği rızkı veya parayı başkalarını nafakalandırmak suretiyle onlara vermek, ikincisi Allah’tan gelen kalbinizin rızkını kalbinize ulaştırmak. Ne yapıyor Allahû Tealâ bu konuda önce? Önce göğsünüzden kalbinize nur yolunu açıyor. Ama bu nur yolunu göğsünüzden kalbinize açmadan evvel, Allahû Tealâ burada başka bir işlem yapıyor evvelâ. Evvelâ kalbinize ulaşıp kalbinizin nur kapısını Allah’a çeviriyor. Aksi takdirde nefsinizin kalbinden içeriye Allah’ın nurları; rahmeti, fazlı ve salâvâtı giremez. Peki, muhteva ne? Nefsinizin kalbine bu Allah’ın rahmetinin, fazlının ve salâvâtının ulaşması. Ulaşabilmek için evvelâ ne yapacak Allahû Tealâ? Nefsinizin kalbinin nur kapısını Kendisine (Allah’a, yukarıya doğru) çevirecek. Kaf Suresinin 33. âyet-i kerimesi:

50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.

Gaybda Rahmân’a huşu duyanlar ve münib (Allah’a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelenler (için).

“Onlar ki gaybde Rahmân’a huşû duyarlar. Onların kalpleri Allah’a döner.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse buradaki dizayna dikkatle bakın! Kalbiniz Allah’a dönmüş ama kalbinizin Allah’a dönmesi, göğsünüzden kalbinize nur yolu açılmadıkça bir şey ifade etmez. Göğsünüzden kalbinize nur yolunun açılması lâzım, En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesine göre:

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).

Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.

“fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi)” diyor Allahû Tealâ.

Allah kimin göğsünü şerh eder, yarar ve teslime açar? Kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse.

“Allah kimi hidayete erdirmeyi; Kendisine ulaştırmayı dilerse onların göğsünü şerh eder; yarar. İslâm’a; Allah’a teslim olmaya açar.

Göğsünüzden kalbinize, kapalı olan kalbinizin yolu açıldı. Bu noktada 10. basamaktasınız. Bu noktada zikir yaparsanız, Allah’ın katından rahmetle fazl göğsünüze gelir, göğsünüzden kalbinize ulaşır. Peki bundan bir evvelki basamaktaysanız; 9. basamaktaysanız; göğsünüzden kalbinize yol açılmamışsa gene zikir yaparsanız; gene Allah’ın katından gelen rahmetle fazl göğsünüze gelir ama içinize giremez. İç dünyanızda bir aydınlık yapamaz, nefsinizin kalbini infâk edemezsiniz.

Öyleyse böyle bir dizaynda nefsinizin kalbine Allah’ın nurlarının ulaşabilmesi; ancak Allah’ın göğsünüzden kalbinize nur yolunu, göğsünüzü şerh ederek, yararak nur yolunu açmasına bağlı. Açtınız; Allah’ın rahmeti ve fazlı kalbinize ulaşmaya başladı. Ne olur?

Nefsinizin kalbine gelen nurlar, kalpten içeri girmeye çalışacaklardır ama kalbiniz mühürlü. Ne rahmet nurları ne de fazıllar, kalbinizden içeri giremezler. Fazıllar sızamazlar da ama rahmetin sızdığını göreceksiniz. %2 rahmet, bir nur öncü grubu olarak nefsinizin kalbine sızmaya başlar. Burada kalbinizin rızık alması artık mümkün olmuştur. Siz Allah’ın size gönderdiği rızkı kalbinize göndererek, kalbinizi infâk ettiniz, nefsinizin kalbini infâk ettiniz. Allah’ın O’na ait olan nafakasını, size gönderdiği nafakasını ona teslim ettiniz.

%2 nur birikimi gerçekleşti, huşû sahibi oldunuz. Huşû sahibi olunca hacet namazını kıldınız. İrşad makamını gördünüz ve ulaştınız. Ulaşınca ne olur?

* Ulaştığınız anda devrin imamının ruhu başınızın üzerine gelir.
* Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince Allah, kalbinizin mührünü açar. İkinci işlemi Allahû Tealâ’nın; ikinci ni’meti.
* Kalbinizin içindeki küfür kelimesini dışarı alır; 3. ni’meti.
* Kalbinizin içine îmânı yazar; 4. ni'meti.

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

İşte bundan sonra nefs tezkiyesi başlar ki; gerçek infâk budur. Başlangıcı, rahmetle başlar, %2. Sonrası faziletle devam eder.

Allahû Tealâ Zumer Suresinin 23. âyet-i kerimesinde nurlarını ikişer ikişer indirdiğini söylüyor; rahmetle fazl, rahmetle salâvât:

39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).

Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-rahmet ve salâvât-fazl), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.

Nur Suresinin 21. âyet-i kerimesinde sadece rahmetle fazldan bahsediyor Allahû Tealâ:

24/NÛR-21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).

Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).

“ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden: Eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmazsa (nefsinizin kalbine ulaşmazsa) içinizden hiç biriniz nefsinizi tezkiye edemezsiniz.” diyor Allahû Tealâ.

Rahmet ve fazl. Ama Bakara Suresinin 156. âyet-i kerimesinde kendilerine musîbet isabet edenlerden “Biz muhakkak ki Allah içiniz. Mutlaka Allah’a ulaşacağız.” diyenlerin neticesini söylüyor Allahû Tealâ.

2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.

2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).

İşte onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.

“İşte onlar hidayete erecek olanların ta kendileridir.” diyor. “Allah’ın rahmeti ve salâvâtı onların üzerinedir.” diyor.

Kişinin hidayete erebilmesi, ruhunu Allah’a ulaştırmasıyla mümkün. Eğer sadece rahmetle fazl olsaydı, %2’den fazla bir yere varamazdınız. Çünkü kalbiniz mühürlüydü ama ne zaman ki 4 grup nur gelir mürşidinize ulaştıktan sonra, artık infâk, gerçek anlamda tahakkuk eder.

Kalbiniz rahmetten infâkını almıştır. Şimdi fazıldan nafakalanacaktır. Ve %7, %7 nefsinizin kalbinde nur birikimi devam eder.

İlk %7’de Nefs-i Emmare’yi bitirirsiniz, ruhunuz 1. gök katına ulaşır.
İkinci %7’de Nefs-i Levvame’yi tamamlarsınız. Ruhunuz 2. gök katına ulaşır.
Üçüncü %7’de Nefs-i Mülhime’yi tamamlarsınız. Allah’tan ilham almaya başlarsınız, ruhunuz 3. kata ulaşır.
Her seferinde %7 fazilet birikimi nefsinizin kalbinde devam eder gider.

Dördüncü defa Nefs-i Mutmainne, 4. kat; beşinci defa Nefs-i Radiye, 5. kat. Mutmainne’de doyuma ulaşıyorsunuz, Radiye’de Allah’tan razı oluyorsunuz, Mardiyye’de Allah da sizden razı oluyor, ruhunuz 6. katta.

Nefsinizi tezkiye ettiğiniz zaman nefsinizin kalbini %50’den daha fazla nurla doldurduğunuz zaman nefs tezkiyesi tahakkuk etmiştir, infâk yarıdan öteye artık geçmiştir. Allah’ın evliyası olmaya burada hak kazanıyorsunuz.

“İşte onlar Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan verenlerdir, infâk edenlerdir, nafaka kılanlardır onu.” diyor.

Rızık, Allah’ındır. Allah’tan gelenin adı rızıktır. Size verildiği andan itibaren sizin başkasına verdiğiniz şey, sizinle o kişi arasında rızık adını almaz. Bu müessese infâk müessesesidir. Sizin de kalbinize verdiğiniz Allah’ın rızkı, sizin elinizde infâk edilmesidir. Onun, zikriniz sebebiyle kalbinize gelip yerleşmesidir. İşte burada Allahû Tealâ böyle bir müesseseden bahsediyor. Ve nefsinizin kalbinde %51 olduğu zaman Allah’ın nurları, o zaman ruhunuz Allah’a ulaşır; nefsiniz tezkiye olur, ruhunuz da Allah’a ulaşır.

Ve Mu’minûn Suresinin 60. âyet-i kerimesine bakıyoruz, diyor ki Allahû Tealâ:

23/MU'MİNÛN-60: Vellezîne yu’tûne mâ âtev ve kulûbuhum veciletun ennehum ilâ rabbihim râciûn(râciûne).

Ve onlar vereceklerini verirler. Onlar, Rab’lerine geri dönenler (ulaşanlar) olduğundan onların kalpleri titrer.

vellezîne yu'tûne mâ âtev: Onlar, vermeleri lâzım gelen şeyi (yani ruhlarını) verirler. (Kime? Allah’a.)

ve kulûbuhum veciletun: Onların kalpleri titrer.
ennehum ilâ rabbihim râciûn(râciûne):
Muhakkak ki onlar, Rab'lerine rücû edenlerdir.

İşte Allah’a ulaşanlardan, cezbe sahiplerinin burada bir işareti veriliyor; onların verecekleri şeyi verdikleri; ruhlarını Allah’a ulaştırdıkları. Aynı zamanda verecekleri şeyi verdikleri; Allah’tan gelen rızkı ulaştırdıkları kalpleri. Kalplerine ulaşan fazılların kalplerinde %49 yerleşme imkânı bulması, kalplerine ulaşan rahmetin %2 yerleşme imkânı bulması yani kalplerinin %51 oranında nafakalandırılması. Aynı zamanda Allah’a verecekleri ruhlarını Allah’a vermeleri. Nitekim sonunda: “Onlar Rab’lerine rücû edenlerdir; geri dönenlerdir, geri dönerek Rab’lerine ulaşanlardır. Rab’lerinin “irciî ilâ rabbiki” emrini yerine getirenlerdir.” diyor Allahû Tealâ.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, böyle bir dizaynda kişilerin özellikleri, cezbe sahipleri, gerçek cezbe sahipleri mutlaka Allah’a ruhlarını ulaştırırlar. Allah onların ruhlarını Kendisine ulaştırır. Dikkat edin ki cezbe, ondan sonra gerçek anlamda fazlalaşırsa ve devam ederse o zaman bu insanlar, fizik vücutlarını da nefslerini de ve daha ileride iradelerini de Allah’a teslim edecek olanlardır. Cezbeleri her devrede var olacaktır. Kişinin Allah yolunda ilerlemesi ve ruhunu, vechini, nefsini, iradesini Allah’a teslim etmesi standartlarında Allahû Tealâ’nın dizaynı onu gösteriyor.

Kişinin manevî tekâmülü arttıkça, cezbesinin daha çoğalması, en yüksekte olanın en çok cezbede olması söz konusu değildir. Cezbenin derecesi kişinin manevî tekâmülüne değil, onun vücudunun bir cezbe kapasitesine sahip olması sebebiyle, o kapasiteye bağlıdır. Allahû Tealâ, başkalarını rahatsız edecek derecede cezbenin sahibi olmasını istemez kulunun. Ama o kişinin vücudu onu vücuda getirecek durumdaysa, Allahû Tealâ’nın böyle anlarda cezbe vermesi de mümkündür, söz konusudur.

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, görüyorsunuz ki cezbenin muhtevasında cezbe sahiplerinin îmânlarının arttığı ve Allah’ın kendilerine cezbe vermesine paralel bir standartta, onların Rab’lerine olan tevekküllerinin de artışı söz konusu, zikrettikleri zaman kalplerinin titremesi söz konusu.

Acaba Peygamber Efendimiz (S.A.V)’de cezbe nasıl başladı? Bu cezbeye dikkat edin, sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Peygamber Efendimiz (S.A.V), her sene Hira dağındaki Nur mağarasına giderdi. Bazen bir ay, bazen 40 gün orada kalırdı. Yanına sadece kuru ekmekle su alırdı. Bütün insanlardan ayrılıp îtikafa çekilirdi, Allah ile baş başa kalırdı. İslâm’da, tasavvufta erbaîn çıkarmak da o devreden kalmıştır. Genellikle 40 gün süren bu dağda kalışları, mücâhede ve riyazet yapan Allahû Tealâ’nın evliyasının, 40 gün dünyadan elini eteğini çekip bir küçük hücrede kalması; erbaîn çıkarmak; 40’ı tamamlamak olarak vasıflandırılırdı.

İşte o devrede her şey bir başka olur. Hamd olsun Allahû Tealâ bize de 40 günlük bir erbaîni nasip kılmıştı, Ankara’daki dergâhımızda ve 41. gün Perşembe olduğu için o gün de oruçluyduk ve 41 güne yükseldi.

Peygamber Efendimiz (S.A.V), 40 yaşına bastığı yıl da oradaydı. Birden bire Cebrail (A.S) bembeyaz elbiselerle göründü. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e doğru bir adım atarak, insan hüviyetinde görünmüştü, bir adım atarak: “İkra’.” dedi. “Oku.” Peygamber Efendimiz (S.A.V) biliyorsunuz ümmîydi ve cevap verdi: “Ben okumak bilmiyorum.” Cebrail (A.S) bir adım daha attı ve gene “Oku.” dedi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de aynı cevabı verdi: “Ben okumak bilmiyorum.”

Cebrail (A.S), 3. adımını attığı zaman Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ulaşmıştı.

96/ALAK-1: Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka).

Yaratan Rabbinin İsmi ile oku.


“ikra’ bismi rabbike” dedi. “Rabbinin ismiyle oku.” dedi ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e sımsıkı sarıldı, kolları ile onu sarmaladı ve Allah’tan gelen cezbe, Cebrail (A.S)’a geldi. Cebrail (A.S)’dan da kolları arasında tuttuğu Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e geldi. İkisi birden şiddetle sarsıldılar. İşte bu, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in Allah’tan aldığı ilk cezbeydi. Vasıtayla geldi.

Mutlaka cereyanın, dokunmayla geçmesi söz konusu. Herkes cezbeyi kendi mürşidinden alır veya tâbî olduğu kişide cezbe varsa ondan alır ve böylece cezbe, her tarafa yayılır. Sahâbenin büyük kısmı cezbeliydi ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) ömrü boyunca hep cezbesi devam etti. Her an cezbeli değildi. Allahû Tealâ’nın dilediği an, O’nun kalbini ve bütün vücudunu titrettiği, cezbenin sahibi olduğu kesindir.

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den başlayan cezbe, bütün sahâbeye adım adım yayıldı. Sahâbenin büyük kısmı cezbeliydi. Bugün birçok tasavvuf ocaklarında cezbe vardır. Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bizim ocağımızda da cezbe var. Öyleyse burada Allah’ın hatırlanması, zikir yapılması veya Allah’ın bir anda devreye girmesi sebebiyle Allahû Tealâ’nın kulunda cezbeyi oluşturması, her zaman söz konusu olabilir. Allahû Tealâ ne zaman isterse, o zaman cezbe verir. Kişi cezbeyi ister; Allahû Tealâ dilerse kabul eder, dilerse kabul etmez. Vermemesi de mümkündür.

Birtakım insanlar cezbeden korkarlar. Tasavvufta olmalarına rağmen Allahû Tealâ’dan özel duada bulunurlar: “Yarabbi! Bana cezbe verme, ben bundan korktum.” diye. Allahû Tealâ da onlara cezbe vermez. Ama bir süre sonra cezbenin ne kadar güzel olduğunu, onu yaşayanlardan öğrenenler, Allahû Tealâ’ya yalvarmaya başlarlar: “Cezbe ver bize de!” diye. Allahû Tealâ bunlardan bir kısmına veriyor, bir kısmına vermiyor. Tercih, Allah’ındır. Ne kadarına lâyıksanız, o kadarını alabilirsiniz ama cezbeli olmak; Allahû Tealâ’nın bir güzelliğini yaşamaktır ve Allahû Tealâ’nın kişiye varlığını kesin olarak hissettirmesidir.

Dışarıdaki bir güç, Allah’ın enerjisi size ulaşıyor ve sizi titretiyor. Kalbinizden başlayan bir titreme; bütün vücudunuzu titretiyor. Gayri ihtiyarî bir ses de çıkarmanız söz konusudur o sırada. İşte tasavvufî toplumlarda bir coşku haline gelindiğinde, pek çok insanın birden aynı anda cezbe aldığını görürsünüz. Bu, Allahû Tealâ’nın bir güzelliği kullarına yaşatmasıdır. Nasıl Allahû Tealâ size rahmet gönderiyorsa, fazl gönderiyorsa, salâvât gönderiyorsa, cezbeyi gönderen de Allah’tır. Size gönderdiği o enerjiyle (ne tür bir enerji olduğu henüz bilinmiyor), sizi şiddetle titretiyor. Kalbinizde, kalbinize ulaşan bir titretici hassa.

Her Allah’tan gelen şey, bir emirdir. Cezbe de bir emirdir. Cezbeyi vücuda Allahû Tealâ’nın nasıl getirdiğini kimse bilmez ama cezbe sahipleri, hep cezbeyi yaşarlar. Bundan da büyük mutluluk duyarlar. Kim cezbeyi diliyorsa, Allahû Tealâ’nın onlara da cezbe vermesini Yüce Rabbimizden dileriz. Unutmayın ki cezbe tevekkülün, Allah’a doğru yola çıkmış olmanın, Allah’a kişi ulaşmışsa Allah’a ulaşmanın da (söylediğimiz âyetler muvacehesinde) işaretini taşıyor. Allah’ın da bütün insanlardan istediği şey, Allah’a tevekkül etmeleridir insanların.

Tevekkül etmek; Allah’a güvenmek, Allah’a dayanmak… Eğer bu cezbeyle desteklenirse, kişi daha sağlam temellerde kendisine bir zemin bulmuş olur. Zikir, cezbenin gelmesi için başlangıçta gerekli zemini oluşturur. Kişi daimî zikre ulaştığı zaman zaten devamlı zikirdedir. Cezbe için zemin her zaman hazırdır.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’nın bütün cezbe isteyenleri cezbeli kılması konusundaki dualarımızla sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali M İ H R

Cezbe (İslâmî ve Tasavvufi Kavramlar 54) (2024)
Top Articles
Latest Posts
Article information

Author: Tuan Roob DDS

Last Updated:

Views: 6530

Rating: 4.1 / 5 (42 voted)

Reviews: 81% of readers found this page helpful

Author information

Name: Tuan Roob DDS

Birthday: 1999-11-20

Address: Suite 592 642 Pfannerstill Island, South Keila, LA 74970-3076

Phone: +9617721773649

Job: Marketing Producer

Hobby: Skydiving, Flag Football, Knitting, Running, Lego building, Hunting, Juggling

Introduction: My name is Tuan Roob DDS, I am a friendly, good, energetic, faithful, fantastic, gentle, enchanting person who loves writing and wants to share my knowledge and understanding with you.